Her evin bir kokusu vardır. Bazen bu koku çocukluğun bir anısına karışır; bazen de hastalık gecelerinde burnumuza dolup bizi rahatlatan bir nefese dönüşür. İşte Vicks’in kokusu da öyle… Ama bu kokunun ardında, yalnızca bir ilaç değil, bir babanın sevgisi, çaresizliği ve asla vazgeçmeyen mücadelesi saklıdır.

Küçük Bir Kasaba, Büyük Bir Acı
1800’lerin sonlarıydı. Amerika’nın Kuzey Karolina eyaletinde, sakin ve sıradan bir gece yaşanıyordu. Kasabanın eczacısı Lunsford Richardson, her zamanki gibi geç saatlere kadar dükkanında çalışıyor, karışımlar hazırlıyor, reçeteler yazıyordu. O gece her şey yolundaydı… ta ki evinin kapısı hıçkırıklar ve acılı bir sesle çalınana kadar.
Eşi kapıyı açtığında, küçük oğulları nefes nefese içeri daldı. Minik göğsü inip kalkıyor, her nefeste sanki ciğerleri parçalanıyordu. Gözyaşları arasında babasına sarıldı:
— Baba… Göğsüm çok ağrıyor…
Lunsford, bir an için kalbinin yerinden çıkacağını sandı. Oğlunun bu hali karşısında tüm mesleki bilgisi, tüm tecrübeleri bir anda anlamını yitirmişti. Oğlunun göğsü öyle sıkışmıştı ki, nefes almak bile eziyetti. Eczanesindeki şuruplar, karışımlar birer birer denendi ama hiçbiri işe yaramadı. O an Lunsford sadece bir eczacı değil, acı içinde kıvranan oğlunun gözlerinin içine bakan çaresiz bir babaydı.
Bir Babadan Gelen İlham
O gece sabaha kadar gözlerini kırpmadı. Eczanesinde bulunan kafur, mentol, okaliptüs gibi doğal bileşenleri karıştırarak saatler süren denemeler yaptı. Elleri titriyor, yüreği oğlunun her öksürüğünde biraz daha sızlıyordu. Sonunda ortaya, göğse sürüldüğünde buharı sayesinde solunum yollarını açan, nefesi kolaylaştıran ve ağrıyı hafifleten bir balsam çıktı. Oğlunun göğsüne usulca sürdü. Küçük çocuk derin bir nefes aldı, rahatladı, uyuyakaldı. O an Lunsford, oğlunun huzurlu uykusunu izlerken, gözlerinden yaşlar süzüldü. Bu basit karışım, oğlunu kurtarmıştı.
Umudun Yolculuğu
Lunsford Richardson, bulduğu bu formülü sadece kendi oğlu için değil, başka çocuklar için de kullanılması gerektiğine inandı. Ancak başlarda kimse ona inanmadı. Kapı kapı dolaşıp merhemini tanıtmaya çalıştı. Çoğu kez reddedildi, hatta alay edildi. Ama o vazgeçmedi. Çünkü bu balsam sadece bir ilaç değil, kendi yüreğinde bir daha yaşamak istemediği acının önüne set çekme çabasıydı.
Salgın ve Mucize
1918’de dünya, büyük bir grip salgınıyla sarsıldı. Milyonlarca insan hastalığa yakalandı, ilaçlar yetersiz kaldı. İşte o günlerde Vicks, insanların umudu oldu. Talep o kadar büyüktü ki, üretim talebi karşılamakta zorlandı. Kasabalarda, şehirlerde insanlar eczanelere koşuyor, bu merhemi bulabilmek için sıraya giriyordu.
Ancak bu başarı kolay gelmemişti. Richardson’un oğullarından biri, bu formülü geliştirmeden önce hastalık nedeniyle yaşamını yitirmişti. Oğlunu kurtaramamıştı. Bu kayıp, onun kalbine gömülü bir yara olarak kaldı. Ama aynı zamanda binlerce, milyonlarca çocuğun nefes alabilmesi için bir motivasyon kaynağı oldu. O, kendi oğluna yetişememişti belki ama başka çocuklar için bir umut olmayı başarmıştı.
Kokunun Ardında Bir Kalp Atışı
Bugün Vicks’in kokusu, sadece bir ilaç kokusu değil; bir babanın sevgisinin, umudunun ve çaresizliğinin simgesidir. O her tüp, Richardson’un oğluna olan sevgisinin ve insanlığa duyduğu sorumluluğun bir yansımasıdır. Küçük bir kasabada, bir babanın laboratuvarında doğan bu kokulu merhem, şimdi tüm dünyada çocukların ve büyüklerin hastalık gecelerinde nefesini açan, göğsünü rahatlatan bir şifa kaynağıdır.
Ve her seferinde o kokuyu duyduğumuzda, aslında bir babanın kalp sızısının yankısını da duyarız.